UEFA Avrupa Ligi’nin 5. haftasında Fenerbahçe, deplasmanda Slavia Prag’ı 2-1’lik skorla mağlup etti. Sarı-Lacivertli takımı yazarı Ferhan Yıldız değerlendirdi.
Ferhan YILDIZ
Eski doğu bloku ülkelerinin kadroları Fenerbahçe’ye oldum muhtemel aykırı gelir. Hafızalarımızda bu tip kadrolarla oynanan, kötü anılarla hatırladığımız maçlar var. Geçmişten gelen bu dert bakiyesinin üstüne bir de eksik takım sorunu eklenince, Slavia maçı Fenerbahçeliler için büyük bir telaş yumağına dönüştü. İlk düdükten itibaren, kaygıların yersiz olmadığı da görüldü. Fiziki yeterlilik ve sertlik konusunda oyunun başından itibaren sahaya yükünü koydu, kimliğini yansıttı Çek ekibi. Slavia Prag’ın UEFA ligi sıralamasındaki pozisyonu aldatıcı olmasın. Bu takım, Avrupa’nın başaltı takımlarının tamamına kök söktürür.
Oyun planı olarak, rakibin hamle eden kanatlarını kademeli savunmayla durdurup, topu ortada Szymanski ve Fred’e ileterek, Maxim’i koşturmayı düşünmüş hoca. Olmadı. Mert ve Osayi’nin tuttuğu kanatları İsmail Yüksek defansif manada desteklemeye çalışsa da ortalar yağmur benzeri geldi. Slavia’nın kulesi, Djiku ve Samet ortasından, Livakovic’in de bakışları arasında birkaç net vuruş yapmayı başardı. Daima gol teşebbüsünde bulunan, daima kaleyi deneyen Slavia ekibinin erken bulduğu gole, Dzeko’nun izleyicileri, Roma’da otuzlu yaşlarının çabucak başına götüren vuruşuyla karşılık vermeyi bildi Fenerbahçe. Alman hakemin hatıramızda tekrar silinmeyecek bir yer eden, Ivan Babek’i çağrıştıran performansını da unutmamak gerek. Biraz kısmet biraz da bireyse kalite farkıyla, soyunma odasına eşitlikle gidildi. Bütün bu faktörleri bir ortada değerlendirince, Fenerbahçelilere “Herkes bir puana razı mı?” diye sorulsa, ilk yarıyı izleyenlerin ezici çoğunluğu “Evet” kaygısı muhtemelen.
İkinci yarı başlangıcında Jose Mourinho bir oyun anlayışı değişikliğine gitti. Kanatları asiste etme görevi İsmail Yüksek’ten alındı ve takım savunması neredeyse bir bölge daha ileride kuruldu. İsmail Yüksek orta alandaki arbedenin içine bütünüyle sokulunca, Slavia’nın topu kanatlara aktarabilme yüzdesinde bariz bir düşüş oldu. Samet ve Djiku ikilisi ileri çıkıp, rakibi önden almaya başladıkça, Çek ekibinin üretkenliği ve pas trafiği açıkça sekteye uğradı. Osayi Samuel’in de genç Malick Diouf’a ikili çabalarda galip gelmeye başlamasıyla oyun bütünüyle istikrara oturdu. Oyuna sonradan giren Yusuf En-Nesyri’nin gol vuruşuyla Fenerbahçe çok ihtiyacı olan üç puana kavuştu.
Maxim’e bir parantez açmak gerek. Topu ileri taşıma noktasında son derece mahir bu oyuncu, kaliteli ve fark yaratacak son kararı verme noktasında sorun yaşıyor. Son çalımı tahminen gücü tükendiğinden doğru atamıyor yahut ülküye yakın pas zamanlamasını daima kaçırıyor. Doğru zamanlamada pas atmayı bir defa başardığında, Szymanski topu Dzeko’ya iletti ve gol geldi. Mourinho bu genç adamın bu eksikliğine biraz eğilirse takıma büyük bir değer katmış olur.
Fenerbahçe maçı, teknik yöneticinin kısıtlı takım imkanları içerisinde risk alarak, verdiği yönetimsel kararla çevirdi ve sıralamada yerini üstlere doğru taşıdı. Diyorlar ya moda tabirle, “Hocaya yazar” diye. Dün geceki üç puanı da Jose Mourinho’ya yazmak doğru olur.