Dünyanın ilk demokrasisinin hikâyesi

Dünyanın ilk demokrasisinin hikâyesi

Dünyanın ilk demokrasisinin hikâyesi
Yayınlama: 12.10.2025
2
A+
A-

Walid Badran

2025 Nobel Barış Ödülü Venezuela’da “halkının demokratik haklarını savunmak için yorulmadan çalışan” muhalif siyasetçi Maria Corina Machado’ya verildi.

Nobel komitesi ödülü açıklarken dünya çapında demokrasinin gerilediğini söyledi.

Komite başkanı, Machado’nun kilit bir birleştirici figür olduğunu belirtti.

“Demokrasinin özünde yatan şey tam da budur; fikir ayrılıklarımız olsa bile halkın iktidarının ilkelerini savunma konusundaki ortak isteğimiz” ifadesini kullandı.

Demokrasi kelimesi Yunanca demos (halk) ve kratos (güç/yönetim) kelimelerinden geliyor ve gücün halkın elinde olmasını ifade ediyor.

Demokrasinin tarihi antik dönemlere kadar gidiyor.

Peki tarihteki ilk demokrasi hangisiydi?

Alışılagelmiş cevap: Antik Atina.

Üç temel sütun

Antik Yunanlılar demokrasiyi ilk icat edenlerdi. Tarihte ilk kez “halkın yönetimi” fikrini hayata geçirdi.

Kelimenin kendisi bile iki Yunanca sözcükten geliyor: Demos (halk) ve kratos (yönetim).

Britannica Ansiklopedisi’ne göre, MÖ 507’de Kleisthenes’in önderliğinde Atinalılar, yaklaşık iki yüzyıl sürecek bu benzersiz sistemi kurdular.

Atinalılar demokrasilerini üç temel soruya dayandırdılar:

  • Demokratik yönetim için en uygun siyasi yapı neydi?
  • Demos kimlerden oluşmalıydı?
  • Yönetim için hangi siyasi kurumlar gerekliydi?

Cevapların ilki açıktı: Demokrasinin sahnesi polis, yani şehir-devlet olmalıydı.

İkinci soruya, yani “Demos kimlerden oluşmalı?” sorusuna verilen yanıt, 19. ve 20. yüzyıldaki modern demokrasilerin deneyimlerine benziyordu.

Yurttaşlık kalıtsaldı. Yani yalnızca anne ve babası da Atinalı olanlara veriliyordu. Bununla birlikte demos’a üyelik dahil siyasal haklar yalnızca 18 yaşını doldurmuş erkeklere tanınıyordu.

MÖ 403’te bu yaş 20’ye yükseltildi.

Kesin nüfus verileri az olsa da yapılan çalışmalarda öne çıkanlara göre MÖ 4. yüzyıl ortalarında yaklaşık 100 bin yurttaş, 10 bin yerleşik yabancı (metoikos) ve 150 bine kadar köleleştirilmiş insan vardı.

Yurttaşların yaklaşık 30 bini 18 yaş üstü yetişkin erkekti. Bu rakamlar doğruysa, demos toplam nüfusun yalnızca yüzde 10–15’ini temsil ediyordu.

Üçüncü sorunun cevabında ise Atina demokrasisinin kalbi Halk Meclisi (ekklesia) oldu.

Akropolis’in batısındaki Pniks tepesinde toplanan bu meclis yılda yaklaşık 40 kez bir araya gelir, savaş ve barıştan vergiye ve yasaların kabulüne kadar her konuda karar alırdı.

Kararlar genellikle el kaldırılarak oylanıyor, çoğunluğun görüşü geçerli oluyordu.

Yeni bir yasa önerildiğinde tüm yurttaşlar oy kullanabiliyordu, ama yalnızca o gün Meclis’te fiziksel olarak bulunuyorlarsa bunu yapabiliyorlardı.

Dolayısıyla bu sistem, doğrudan demokrasiydi: Yurttaşlar savaş, barış, vergiler ve yasalar gibi konuları kendileri tartışıyor ve oy veriyordu; temsilciler seçip kararları onlara bırakmıyorlardı.

Katılım fiilen zorunluydu ve binlerce yurttaş sürece dâhil oluyordu. Böylece alınan kararlar, özgür erkek Atinalıların iradesini yansıtıyordu.

Fakat bu irade kadınları, yabancıları ve köleleştirilmiş insanları tamamen dışlıyordu.

Sistem başka kurumlara da dayanıyordu. Yurttaşlardan kura ile seçilen 500 kişilik Konsey (Boule), Meclis’in gündemini belirliyor ve bir yıl görev yapıyordu.

Yine kura ile seçilen yurttaş yargıçlar da halk mahkemelerinde görev alıyordu. Bu mekanizmalar, demokrasinin sadece sembolik değil, her gün uygulanan bir öz-yönetim pratiği olduğunu pekiştiriyordu.

Sınırlı bir demokrasi

Devrim niteliğine rağmen Atina demokrasisinin sınırları açıktı.

Kadınlar siyasetten tamamen dışlanmıştı, köleleştirilmiş insanların –ki nüfusun büyük kısmını oluşturuyordu– hiçbir hakkı yoktu ve yabancılara yurttaşlık tanınmıyordu.

Dolayısıyla Atina’da demokrasi yalnızca anne babası Atinalı olan özgür erkeklere açıktı; katılımcıların toplam nüfusa oranı oldukça küçüktü. Bu çelişki, bu dönem için çığır açıcı olsa da bugünün kapsayıcı standartlarından çok uzak olduğunu gösteriyor.

Yine de Atina demokrasisi güçlü bir yurttaşlık bilinci oluşturdu.

Yurttaşlar karar alma süreçlerine ortak olduklarını hissediyor, bu da şehre olan bağlılıklarını ve Pers Savaşları gibi dönemlerde onu savunma iradelerini artırıyordu.

Siyasal özgürlük, askeri ve sivil görevlerden ayrı düşünülemezdi: Her yurttaş, polis’i korumak ve kurumlarında yer almakla yükümlüydü.

Sistem aynı zamanda Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi filozofların düşüncelerini de şekillendirdi.

Platon, demokrasiyi eğitimsiz kitlelere güç verdiği için istikrarsız ve kaotik görüyordu.

Aristoteles ise demokrasiyi daha gelişmiş bir yönetim biçimi saymakla birlikte, zenginlerle fakirler arasında doğru dengeyi kuramadığını savundu.

Bu tartışmalar Batı siyaset felsefesinin temelini oluşturdu.

Kura, hitabet ve özgürlük

Kura sistemi, Atina demokrasisinin merkezindeydi. Birçok görevli kura ile seçiliyor, böylece elitlerin hâkimiyeti azaltılıyor ve eşitlik sağlanıyordu.

Ancak uzmanlık gerektiren görevler (örneğin askeri liderlik) bu kuralın dışındaydı. Atinalılar için kura, gücü adil biçimde dağıtmanın yolu kabul ediliyordu.

Kamusal konuşma da kritik bir rol oynuyordu.

Yurttaşları ikna etme becerisi siyasette yükselmenin temel yoluydu.

Bu vurgu, retoriğin gelişmesine yol açtı ve Roma’dan başlayarak Avrupa siyasi kültürünü etkiledi. Ancak aynı zamanda sistemi duyguları manipüle eden demagoglara karşı savunmasız bıraktı.

Özgürlük de Atina’da farklı bir anlam taşıyordu.

Öncelikle yönetime katılma hakkı olarak anlaşılıyordu; modern anlamdaki bireysel özgürlükten çok kolektif bir kavramdı.

Bu anlayış, Atina demokrasisini günümüzün kişisel hakları önceleyen sistemlerinden ayırıyordu.

Çöküş ve miras

Atina demokrasisi hem iç hem dış krizlerle karşı karşıya kaldı.

Sparta ile yapılan Peloponez Savaşları sırasında sistem büyük baskı altına girdi. MÖ 404’teki “Otuz Tiran” gibi kısa süreli oligarşik yönetimler demokrasiyi kesintiye uğrattı.

Demokrasi yeniden tesis edilse de Atina ekonomik ve askeri açıdan zayıflamış, popülizm ve demagojiye karşı savunmasız hale gelmişti.

Son darbeyi Makedonya’nın yükselişi vurdu.

MÖ 338’de II. Filip, Chaeronea Muharebesi’nde Atina ve Thebai’yi mağlup etti ve Atina’yı Makedon hâkimiyeti altına soktu.

Kurumlar resmen korunsa da Atina gerçek bağımsızlığını kaybetti.

Büyük İskender döneminde Atina kültürel bir merkez olarak kaldı ama siyasi güç olma niteliğini yitirdi.

İskender’in ölümünden sonra MÖ 323’te bağımsızlığı yeniden kazanma girişimi (Lamia Savaşı) da başarısız oldu ve Makedon baskısı arttı.

Sonunda MÖ 1. yüzyılda Roma’nın etkisiyle Atina demokrasisi bir hatıradan ibaret hale geldi.

Roma, bazı törensel unsurların sürmesine izin verse de gerçek gücü elinden aldı.

Kalıcı bir deney

Atina demokrasisi bir günde yıkılmadı; savaşların, iç çekişmelerin ve dış egemenliğin ağırlığı altında yavaş yavaş eridi. Yine de kalıcı bir miras bıraktı.

Gücün yurttaşlarda olması gerektiğini ve siyasal katılımın özgürlüğün özü olduğunu ortaya koydu.

BM, her yıl 15 Eylül’de Uluslararası Demokrasi Günü’nü kutlarken Atina’yı anmak insanlığa demokrasinin sadece bir siyasal sistem olmadığını, bir yaşam biçimi olduğunu hatırlatıyor.

Katılım, sorumluluk ve hesap verebilirlik, bağlamlar farklı olsa da antik Atina ile modern demokrasileri birbirine bağlayan değerlerdir.

Atina, hukuk devleti, iktidarın sınırlandırılması ve yurttaş sorumluluğu gibi kavramların öncüsü olan bir siyasi laboratuvar olarak görülebilir.

Demokrasi, şehrin düşüşü ve Makedonya’nın yükselişiyle son bulmuş olsa da tohumları Rönesans ve Aydınlanma döneminde yeniden filizlendi ve günümüz anayasalarını şekillendirdi.

Atina’nın bize gösterdiği gibi demokrasi, nihai bir durum değil; sürekli gelişen ve değişen bir süreçtir.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.